Doç. Dr. Veysel Kurt, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 14-15 Şubat’ta Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) gerçekleştireceği ziyaretin nedenleri ve olası sonuçlarını, AA Analiz Masası için değerlendirdi.
Son yıllarda Körfez ülkelerinin kendi aralarındaki ilişkilerde yaşanan restorasyon ve Türkiye-Mısır, Türkiye-İsrail ve Türkiye-BAE ilişkilerinde yaşanan gözle görülür diplomatik hareketlenmeler oldukça dikkat çekici. Bu diplomasi trafiğine bakan birçok yorumcu aynı sorunun peşine düşüyor: Ne oldu da gerilim yaşayan ülkeler arasında diplomasi hızlandı ve birçok ülke yeniden yakınlaşma sürecine girdi?
Türkiye-BAE ilişkilerinin yeniden yakınlaşmaya doğru evrilmesi çok öznel koşullara bağlanıyor. Özellikle mevcut konjonktürde Türkiye’nin yaşadığı ekonomik zorluklar merkeze alınarak birçok yorum yapılıyor. İki ülke ilişkilerinde yaşanan değişimde ekonomik boyut her iki ülke için de elbette önemli, ancak yumuşamanın ana nedeni değil.
ULUSLARARASI SİYASET BÖLGE SİYASETİNİ ETKİLEDİ
Açıkça ifade etmek gerekirse geçmiş dönemde bölgesel güçler arasında yaşanan gerilimi de mevcut müzakere trafiğini de uluslararası siyasetin düzleminden bağımsız okumak mümkün değil. 2011 yılından itibaren bölgesel düzlemde ortaya çıkan değişimi birçok bölge ülkesi kendi açısından yorumladı. Örneğin, Türkiye ile Katar bölgesel değişim konusunda benzer bir perspektife sahip oldukları için ikili ilişkileri de hızlıca derinleşti. Ancak Suudi Arabistan ve BAE söz konusu değişimi potansiyel bir tehdit kaynağı olarak gördükleri için Türkiye ve Katar’dan ayrıştılar.
Özellikle 2011’de Mısır’da yaşanan iktidar değişimi Katar dışındaki Körfez ülkelerinde ciddi bir tehdit algısına neden oldu. Savunmacı bir pozisyona geçen bu ülkelerin aynı dönemde yalnızca Türkiye ile değil aynı zamanda Katar ve ABD ile de gerginlik yaşamasının temel nedeni buydu. 2013 yılında Mısır’da yaşanan askeri darbe yalnızca bölgesel değişim sürecinin tersine dönmesi açısından değil, aynı zamanda bölgesel mücadele ve kutuplaşma için de bir dönüm noktasıydı. Bölgesel güçler arasında doğrudan sıcak bir çatışma yaşanmasa da birçok alanda ciddi bir karşıtlık söz konusu oldu. Başta Libya olmak üzere bazı alanlarda Türkiye ile BAE farklı eksenlerde yer aldılar. Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın, Orta Doğu’daki krizler karşısındaki umursamazlığı, bölgesel güçler için bir çatışma alanı yarattı. Donald Trump ise Körfez ülkelerinin tehdit algısını ekonomik çıktıya çeviren bir politika izledi.
ABD başta olmak üzere küresel aktörlerin bölgesel kriz üzerinden fayda sağlamaya dönük politikaları ile uluslararası kurumların çatışmaları önleme konusundaki başarısızlıkları maalesef bölgede yaşanan çatışma dinamiğinin uzamasına, derinleşmesine ve bölgesel değişim sürecinin güvenlik/tehdit boyutunun ön plana çıkmasına neden oldu. Güvenlik boyutundaki tehdit ekonomik kayıpları da beraberinde getirdi. Örneğin, 2002 yılından itibaren önemli oranda gelişen Türkiye-BAE ticaret hacmi, 2017 yılında 15 milyar dolara yükselirken, sonraki yıl ise 7 milyar dolara düştü. Ciddi kayıplar yaşamalarına rağmen dümeni kırmak birçok bölge ülkesi için kolay olmadı.
BİDEN SONRASI DEĞİŞEN KONJONKTÜR
ABD seçimlerini Joe Biden’ın kazanması üzerinden oluşan beklentilerin boşa çıkması ve Orta Doğu’daki krizlerde etkin olan ABD ile Rusya’nın dikkatlerini başka yöne çevirmesi ise bölge ülkelerine yeni bir hareket alanı açtı. Bölgesel çatışma dinamiklerinin neredeyse sıfır kazançla ve önemli kayıplara yol açmış olması, çatışma marjının limitlerini doldurdu. Yazının başında da ifade edildiği gibi bölge güçleri arasında yeniden normalleşmeye dönük hareketlenmenin temeli budur. Arap isyanları karşısında hızlı bir aksiyon alan BAE de yeni dönemde hızla harekete geçen ülkelerin başında geldi. Önce Katar’la normalleşmeye dönük adımlar atıldı. Aynı anda Türkiye ile arka kapı diplomasisi başladı. Diğer ülkeler açısından da benzer bir durum söz konusu.
Abu Dabi Veliaht Prensi ve BAE siyasetinin ana yönlendiricisi olan Muhammed Bin Zayid’in Kasım 2021’de Türkiye’ye gerçekleştirdiği resmi ziyaret ise yukarda özetlenen uluslararası siyasetle doğrudan bağlantılıdır ve iki ülke ilişkileri için de yeni bir sayfa açıldığının işaretidir. Ancak bu yakınlaşma yalnızca Türkiye’nin konjonktürel ekonomik durumuyla açıklanamaz. Kaldı ki BAE’nin petrole bağımlı ekonomisini dönüştürme hedefi için Türkiye’ye yapacağı yatırımlar, bu ülke için oldukça önemli. Bin Zayid’in ziyareti sırasında imzalanan anlaşmalar da bu duruma dair önemli bir göstergedir.
‘SİHA SATIN ALMAK İSTEMELERİ SÜRPRİZ OLMAYACAK’
Türkiye-BAE ilişkilerinin normalleşmesiyle geleceğe dönük tartışmalar hız kazandı. Ekonomik ilişkilerin siyasi ve güvenlik alanına yansıyıp yansımayacağı uluslararası kamuoyunun gündemini işgal ediyor. Bu sorulara kestirmeden cevap vermek kolay değil. Ancak uluslararası siyasetin bir süre daha ABD-Çin, ABD-Rusya, NATO-Rusya, Avrupa-Rusya ekseninde yürüyeceğini düşündüğümüzde, bölge ülkelerinin daha fazla inisiyatif üstlenebileceğini ifade etmek mümkün. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BAE ziyareti öncesinde yayımlanan yazısında “inisiyatif üstlenme zamanının geldiğini” ifade etmesi ve diğer ülkelere de bu yönde bir çağrıda bulunmasının arka planında bu değişim yer almaktadır.
Türkiye-BAE özelinde de siyasi iradenin bir aksiyon aldığı düşünüldüğünde yakınlaşmanın diğer alanlara yansıması sürpriz olmayacaktır. Bunun için Türkiye ile BAE’nin bütün sorunlarını bir çırpıda çözmesi gerekmez ve böylesi bir beklenti de doğru değildir. Örneğin Libya’da anlaşmazlık devam edebilir. Ancak bu durum ekonomik hacmin artmayacağı ve bu alandaki iş birliğinin güvenlik/siyasi alana yansımayacağı anlamına gelmez. Ekonomik açıdan bakıldığında yapılan anlaşmalara ek anlaşmalar imzalanması mümkün. BAE’nin Avrupa’ya ulaşımı için Türkiye’nin kilit bir aktör olması da iki ülke arasındaki ticaret hacmini artıracaktır. Dahası BAE’nin Afrika kıyılarındaki varlığı da Türkiye’nin bölgeye uzanan ekonomik kanallarını zenginleştirebilir.
Güvenlik konusu ise daha hassas dengeler üzerinde şekillense de bu alanda da çeşitli ilerlemeler kaydedilebilir. Zira Türkiye’nin savunma sanayisinde katettiği ilerlemeden BAE de yararlanmak isteyecektir. Gerek sektöre yatırım gerekse İHA/SİHA başta olmak üzere askeri silah ve ekipmanları satın almak istemesi sürpriz olmayacaktır. Bunun için Türkiye ile BAE arasında ortak bir tehdit anlayışının ve buna bağlı olarak bir güvenlik ittifakının oluşmasına gerek yoktur. Kısacası güvenlik alanında daha ileri adımlar atılması, bölgesel dinamiklerin nasıl şekilleneceğine bağlı olacaktır.